31 Ekim 2010 Pazar

Eller Yukarı! Bu bir soygundur!

Deli mi bu çocuk diye düşünmüştüm gözlerini ilk gördüğümde. İlk günün sonunda anladım, çok akıllı olduğu için gözlerinde diğer insanlarda yakalayamayacağınız bir hareketlilik vardı. Keşfe yeni çıkmış gibi farkındalıkla görmeye çalışıyordu tüm detayları. Sessiz sakin dururken birdenbire altı yaşındaki çocuk oluyor, bir soru yöneltiyordu. Siz gevelerken yürekten dinliyor, sonrasında kısa süre kayboluyordu. Döndüğünde kendi vereceği cevabı bulmuş oluyordu çoğu kez. Cevapları yepyeniydi. Herkesin sundukları gibi değildi. Benzersiz fikirlerle geliyordu. Başkalarının cevaplarına alternatif olacak yeni cevaplar yaratıyordu. Masmavi gözlerinin renk kattığı çocuksu yüzünün havasına aldanıp söylediği lafları, başlarda geveleme olarak gördüğüm için utanmıştım. O esnada çalışıyorduk. İşi yavaşlatacak sohbetlere girmek sonrasında işin düzgünlüğüne engel olduğu için ketum kadın modelinde geçiriyordum günü. Tanıyınca hep bir şeyler sorsun, anlatsın diye etrafında döner oldum.

Aklına yatmayan bir cevap ya da sözle karşılaştığındaysa "Bütün bunlar çok mantıksız. Ben buradan gidiyorum." diyor, arkasına bakmadan dönüp gidiyordu. Sadece siz alınmayın diye lafınızı dinlemiyordu. Hatanız olduğunda arkanızdan değil yüzünüze karşı dürüstçe söylüyordu. Kendi saçmalamalarına karşı da tarafsız davranıyor, anladığı an gerisin geri gidiyordu. Küçük bir erkek sahip olduğu ruhla gözümüzde devleşiyordu.

Aklımda neler kaldı.

Otel odasında dururken oyun oynamak istemiş. Gardrobun içine saklanmış. Tam on dakika odaya biri gelir diye beklemiş. Ses çıkarmadan, hareketsiz. Malzeme almak için odaya giren birinin ayak sesini duyunca heyecanlanmış. Çok kısa bir süre bekleyip, birden dolabın kapağını var gücüyle açıp; bütün bunlar çok mantıksız, ben buradan gidiyorum diyerek odadan dışarı çıkmış. İçeriye gelen sanırım Hüseyin'di. Çok korkmuş zavallıcık. Birden ne olduğunu anlamamış. Kısa süreli şok! Neyse ki İlkay'ı görünce gülmeye başlamış o da!

Havuz başı. Sabah'ın dördü. Üç kişilik sohbet. Dinliyor. Söze karışmıyor. Sanki anne babasının lafını dinler gibi, kim konuşuyorsa yüzüne dönüp izliyor. Kısa bir aralıkta birşey anlatacağını söylüyor. Dinleme sırası bizde. Başına gelen bir olayı anlatıyor. Mülakatlarda sorulan bir soruya verdiği yanıtın elenmesine neden olduğunu düşünüyor. Uykusuzluk, yorgunluk ve dahası ile aklımda kalan cümleleri şöyle oluyor;

"Ben oraya düşüncelerimi yazdım. Çünkü bana konu hakkında ne düşündüğümü sormuşlardı. Öyle ya bu benim düşüncemdi. Düşüncenizi yazar mısınız dediğinizde insanlar düşüncelerini yazarlar. Sınav sonuçları açıklandığında mülakatımın kötü geçtiğini söylediler. Nedeni düşüncelerimmiş. E ama siz düşünce dediniz! Sizce biz ne düşünüyoruzu sorsaydınız sizin düşüncelerinizi yazardım. Saçma değil mi sizce de? Yani o sorunun puanı kaçsa cevaplayan herkese o puanı vermek zorundasınız. Çünkü siz geçerliliği kabul edilmiş bir cevaptan değil düşünceden bahsediyorsunuz. Benim beynimde oluşturduğum, düşünme biçimimin ürünü sizin beyinlerinizdekilerle örtüşmüyor diye nasıl olur da eğitim hakkıma engel olursunuz. Gerçekten çok saçma. Mantıksız. Anlayamıyorum."

Ve sahilde dili dışarda dolanan bir köpeğe su vermeye gidişi. Üşenmeden kalkıp elindeki pet şişeyle köpeğe su vermeye çalışırken, köpek hiç ilgili davranmayıp İlkay'dan uzaklaşmaya başladı. İlkay köpeğin tavrına çok alınmış olsa gerek, şezlonglardan birine oturup köpekle konuşmaya başladı; "Yaptığın çok ayıp. Biz suyu pet şişeden içiyoruz. Yadırgadın tabii. Buraya gel koyun köpek." Köpek aldırmayışını sürdürüp uzaklaşmaya devam edince sesini yükseltip; "Biz medeniyiz koyun köpek. Teknolojimiz var. Gökdelenlerde yaşıyoruz. Medeni olan biziz. Buraya gel ve pet şişeden suyunu iç. Kime diyorum?" Bu esnada şişmanca bir amca onu seyrediyor. Şezlongun ve orada duran gazetenin sahibi. Adama dönüp; "Kusura bakmayın, gazete sizin sanırım. Buyrun alın." diye uzatıyor. Adam köpekle gelişen sohbetten öylesine keyiflenmiş ki sizde kalsın çocuklar diyor. İlkay yerine geri dönüyor.

Tanımaktan keyif duyduğum umarım tekrar vakit geçirebilirim dediğim insanlardan biri oldu İlkay. Tiyatral yeteneklerinin yanında şahane bir sesi var. İlerleyen günlerde hayallerini gerçekleştirmeyi başarırsa uzun yıllar herkesin ismini duyacağı biri olacak. Herkesin ismini duyması onun çok umrunda olmayacak muhakkak. Gerçek şeylere daha çok ilgi duyan, arkadaşlarına değer veren, özenli ve disiplinli biri. Bu nedenle değişmeyeceğini düşünüyorum.



Ve bunları neden yazdım. İlkay'ın da dahil olduğu "Soygun" adlı bir grup var. Yeni şarkılarını internette paylaşıma açmışlar ve tarzı olsun ya da olmasın herkesin en az bir kez dinlemesini istedim.

Merak eder, bakmak isterseniz bunlar Soygun grubunun kimdir nedir'i;
www.myspace.com/soyguntr

Buradan da yeni şarkılarını indirebilirsiniz:
www.bubirsoygundur.com

Yorumlarınızı paylaşırsanız eminim mutlu olacaklardır.

Ve akşam başlayıp günün ilk ışıklarına kadar devam eden, o enfes doğaçlama şarkılar ve performaslara ne demeli? Grubun aynı zamanda vokalistliğini yapan Doruk'la birlikte coşmaları ve bizleri tam manasıyla gülmekten bitik düşürüşlerine...

Uzun zamandır ne o kadar gülmüş ne de o kadar mutlu olmuştum. Tekrar teşekkür ederim...

Hüseyin'in katılımıyla gelişen; babam bana pezevenk dedi'yi
Doruk'un büyüleyici sesini,
Kutusunda hissettiği şeyi ondan geriye sayarak "açan" İlkay'ın performansını,
Yine Hüseyin'in dıı Reynn, dıı reyn çığırışlarını unutmayacağım ömrümce!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder