21 Mayıs 2010 Cuma

Yedi Şehrin Özeti...


Yeditepeli şehre nazire yapar gibi yedi farklı şehrin tepelerinde dolandı beden. Yıllardır gezen görenlerin anlatmaya doyamadığı, özlemle andığı İstanbul için bende aynı cümleleri sıralamak istedim. Ne şehirler gezdim ama İstanbul gibisi yok diyesim var arkadaş.

Güzel değiller miydi? Elbette her birinin ayrı ayrı güzellikleri vardı. Sevmedim mi? Kimisinden ayrılırken üzülmedim değil. Ama gelin görün ki İstanbul ilk sevgili gibi iz bırakmış ruhta. Mahremle ilk buluşturduğunu, tene ilk buseyi konduranı sevdiğin gibi seviyorsun...

Ayrılırken huzuru ve dinginliği bulacağını sanıyor insan. Uzaklaşıyorsun. Kaçar gibi gidişine nedenler buluyorsun. Ya sonra?

Denizin kokusuna özlemle başlıyor. Martı arıyorsun gökyüzünde. İnsanlar motifsiz ve birbirine eş gibi. Alışkınsın farklı yüzler görmeye. Güvensiz dediğin sokakları bile anar oluyorsun. İzmarit dolu tozlu yollarında yatan delilerin sözleri kulaklarında çınlıyor. Ne demişti Babacan; "Bir köpek sahibini tanımıyorsa suç köpekte değil, sahibindedir. Bir küçük büyüğünü tanımıyorsa, suç küçükte değil büyüktedir... Leyla, Leyla demişti bir de..."

Zamansızlık nedeniyle şehirleri sokak sokak gezemedik. Sadece merkezi yerlerinde, konakladığımız otellerin civarlarını hızlıca turladık. Mutlaka görülmesi gereken yerler olarak tanımlanan yerlerden uzak durarak, gönlümüze göre şehirde kısa turlara da çıktık. O nedenle izlenimleri koca şehirlere yaymak insaflıca olmayacaktır. Havasından ya da şehrin kokusundan yorum yapıyorum. Bir şehri tanımak ve anlamak için öyle bir iki günün yetmeyeceğinin farkındayım. Kaldığım süre boyunca karşılaştığım insanlara, konuştuğum kişilere bakarak genellemeler yapacağım. Yani bana bakıp ben gittim ama kötü değildi ya da ne kadar kötürüm bir yazı olmuş demeyin. Elinizi vicdanınıza koyun. Tamamen şehirlerin bende yarattığı duyguyla ilgili izlenimlerdir aktaracaklarım. Koçfest kapsamında gezdiğimiz için daha çok üniversitelerdeki gençlerle tanışma fırsatımız oldu. Yani her şehirde en az yediyüzelli genç insan ve yüze yakın orta yaş ve üstü insan gördük. He heyyytt!

Evet daha fazla uzatmadan yazalım. Sırasıyla. Acaba sıralama değişik olsaydı hisler ya da duygular değişir miydi diye düşündüm. Neyse bu ayrıca bir yazı olsun...

Trabzon... Renkli bir şehir ancak fazla tutucu. Arada güzel yüzünü gösteren ama aniden fevrileşebilen insanların yoğunlukta olduğu bir yer. Burada kasdettiğim ikiyüzlülük değil. Tam bir netlik hakim. Otomatik zoom modu her daim görevde. Hoşlarına gitmeyecek birşeyi sadece siz hoş görün diye kabul etmiyorlar. Havası da şehri utandırmayacak cinsten. Öyle kararsızlıkları yok. Hava birden sertleşiyor. Sonra hiçbir şey olmamış gibi güneş aydınlatıyor etrafı. Tenini kavuruyor adamın. Trabzon'un yarattığı duygu; Sert. Rengi de gri.

Gaziantep... Esmer ve güzel insanlarla dolu. Esnafı çok candan. Ürünler taze değilse uyarılıyorsunuz. Bayat ürünün tezgahta ne işi var demeyin. İstanbul'daki gibi çılgın satış yapmıyorlardır belki. Ne bileyim dükkanda mal yok demektense olanın iyisini sunmak mantıklı geliyordur. Kilosu kaça olursa olsun tatmanıza izin veriyorlar. Yani her dükkanda bir dilim baklava, üç beş fıstık yeseniz, yol sonuna kadar bir şey almadan karnınız doyabilir. Ayrıca bir yol boyunca yaklaşık sekiz baklavacı var. Şaştık kaldık. Baklava bu kadar çok mu satılıyor kendi diyarında, insanlar ekmek alır gibi eve her gün baklavayla mı gidiyor acaba? Çılgın gibi araç kullanan sürücüler var. Işıkta bile geçerken insan arkasını kollamak zorunda hissediyor kendini. Sanki herkes bir yere yetişmeye çalışır gibi telaşlı. İnsanlar gayet modern ve sıcakkanlı. Süper bir yerdi Gaziantep. Fıstık gibi şehir. Unutmadan; Antep usulü tarhana çorbasını şiddetle tavsiye ederim. Kebaptır, fıstıktır, Zeugma'dır derken bir çorba içmeden ayrılmayın. Gaziantep'in yarattığı duygu; Dostluk. Rengi; Kırmızı. Bir de gidin muhakkak çorap alın. Pamuklu erkek çorapları çok ucuz. Üzerlerinde Antep hatırası yazanlar var. Bayıldım aldım birkaç tane.

Antalya... Öyle böyle bildiğimiz bir şehir. Aklımda kalan en önemli iki şeyi anlatayım bu şehirden de... Birincisi turiste doydukları için özel bir ilgi ya da alaka beklemeyin. İstanbul'da neyse orda da o. Fiyatlar bir Antep'teki gibi değil. Antep'te eriğin kilosu 1.50 tl idi. Antalya'da 6 tl. Peyhh heyy... Doğasını da anlatmaya gerek yok. Şahane bir yer. İkinci anı da onunla ilgili. Mutlu bir gecenin sabahında yüzüme vuran güneş ışığının verdiği mutluluğu ve denizi selamlayışımı unutmayacağım. Hafızaya kazıdığım en güzel resimlerden biridir. Antalya'ya Aşk diyesim beyaz rengi sunasım var.

Konya... Şehir sakin, dingin. Sanki herkes sessizce bir anlaşma imzalamış, bir şeyleri kabul etmiş gibi. Yolda yürürken kafanızı kaldırıp bakmasanız insan yok zannedersiniz. Gece olunca apayrı bir sessizliğe bürünüyor ki alışkın olmayan ruh cami avlusuna terkedildiğini zanneder. Özellikle dikkat ettiğim nokta da şuydu; insanlar çok az göz kontağı kuruyorlar. İletişim kurmak güç değil ama fazla çaba gerektiriyor. Yolları tertemiz, çarşı pazar olayı şahane. 1 tl gibi komik rakamlara inanılmaz kıyafetler aldık hatta. Kadın kısmı otobüse atlayıp alışverişi orada yapsa daha ucuza gelir. Bıçak arası diye şahane bir pide çeşidi var. Israrla yenmeli. Es geçilmemeli. Konya'nın yarattığı duygu; Kabullenmişlik. Rengi; Sarı.

Eskişehir... Dinamik bir şehir. Öğrenci şehri malum. Cıvıl cıvıl gençlerle dolu. Kızları pek bir güzel. Memleketin en şahaneleri orada toplanmış adeta. Er kişiler de fena değil. Sokaklarda dolaşırken yabancılık çekmiyorsunuz. İnsanlarla konuşmak keyif veriyor. Şahane bir bara gittik adını unuttum. Taksim'de oturmaktan keyif aldığımız mekanların kolajı gibiydi. Her kat ayrı ayrı dizayn edilmiş. Giriş katında kitaplıklar var. Onlarca kitap var. Biramı içerim, entel havamdan da caymam diyen için kaçınılmaz. Üst katlara doğru ritm artıyor. Barmenin yaptığı karışımı içip sakin ve mantıklı kalmayı başarabilirseniz hesap ödemeden kalkabiliyorsunuz. Sarhoş olup olmadığınıza yine barmen karar veriyor. Şemsiye açılmaz diye korkan varsa yaklaşmasın. Yağmurlu havada evinde konaklasın. Eskişehir; Canlı. Rengi; Mavi.

Bursa; Havası, suyu, doğası, tarihi, insanı, yemekleri... Nedendir bilmem pek bir sevdim. Hayatımda yediğim en lezzetli ikinci ezmeyi burada yedim. Ali Usta'nın hakkını yemeyelim. Beyazıt'ta sur dibindeki dükkanında az ezmelerini yemedik. Onun ezmesinin manevi değeri büyük olduğundan daha iyi diyemem. Ama üzerine nar ekşisi dökülmüş o eşsiz ezmenin yanında, lavaşına tereyağ sürülmüş Adanalar gelince mide şahlanıyor a dostlar. Yedikçe yiyesiniz geliyor. Fiyatı da gayet makul; 3.50 tl. Ayran içerseniz ya da şalgam; ediyor 4,50. Çaylar şirketten. Arkadaş hesap yaptı, günde şu kadar kişi yese, bu kadar içse diye... Ayda 10.000 kazanıyordur dedik. Dürümcü açıp, diplomalı hıyarcı modunda yaşayasımız var. Sokakları nasıl güzel. Eski evlerle yenileri birbirine küs gibi olsa da; yeşili ve turkuazı ile şahsına münhasır, hareketli bir şehir. Hünkar Köşkü'ne yürüdük. Şehri gözle kucaklamak için uygun bir manzara yakaladık. Yattık çimenlere. Fotoğraf çekmek istediğimde izin alamadığım çok kişiyle karşılaştım. Vakur bir duruş sergilesem de alınmadım değil. Tekrar gidip karış karış gezesim var. Öyle çok sevdim. Gece olunca yolları deli gibi temizleyen belediye görevlileri var bir de. Hele PTT binası neden her gece foşur foşur sularla temzileniyor anlayamadık. Mektuplarda şarbon mu yakaladılar ezkaza, ondan mı bu Ayşe Teyze kıvamında mikropları öldürme merakı bilemedik. Minik evlerden yayılan anne yemeği kokuları, metruk binaları, pencereden aşağıya sarkıtılan sepeti akla kazındı. Bursa'nın yarattığı duygu; Huzur. Rengi hiç şüphesiz yeşil!

Denizli... Arkadaşlar sormuşlar; Denizli'nin nesi meşhur diye. Tabii bizimkiler aç o esnada. Ama amca nerden bilsin. Demiş ki (Burada ak sakallı bir dede hayal edelim, arkada bulutlar var gibi, ilahi bir ışıldama:) Evlat... Denizli'nin kızı, tozu, bir de horozu meşhurdur! Denizli bende çok güzel duygular canlandıran bir şehir olamadı. Havasını pek sevmedim. Şehirde bir tuhaflık var adeta. Kedilere ve köpeklere kötü mü davranıyorlar genelde; hayvanlar kendilerini hiç sevdirmiyorlar. Sanki her geçen tekme atıyor gibi sevmeye bile yanaşsanız kaçıveriyorlar. İnsanlarla pek iletişim kuramadım. Fazlasıyla yorgun oluduğum için çok gezemedim. O nedenle aklımda yer eden tek güzel şey şudur; Zafer Gazoz!!! Neşe gazozunu tadana kadar favori gazozum odur. Her gün ısrarla bakkaldan istedim. Hatta 60 krş dedi ertesi gün 75 krş dedi diye bakkala çıkıştım. Üzerinde bebeğinizi anne sütüyle besleyiniz gibi işini sorumsuz annelerin insafına bırakmayan bir cümle vardı. Süper gazoza da bu yaraşır dedirten cinsten. Denizli'nin yarattığı duygu; Tuhaf. Rengi; soyut çalışmışlar diyesim var.

İlerleyen zamanlarda farklı şehirleri anlatmak dileğiyle... Daha uzunca ve güzelce.

Öperim Muallacığım.