28 Mart 2012 Çarşamba

Nazım Hikmet / Ben Senden Önce Ölmek İsterim

Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
İyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
Fedakarlığımı anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacağız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
İçimden bir şey :
belki diyor…

27 Mart 2012 Salı

Kayna kazanım kayna...


Aslında Necef Uğurlu'nun veda mektubu ile uğurlamak istemiştim ama bir türlü bulamamıştım.

Veda etmemiştik. Bu defa etmemize de gerek yoktu. Öyle ya çok sık veda eder olmuştuk birbirimize. Bitişini onurlandırmanın bir manası da yoktu nasılsa.

Sahi ve sakin bir son oldu. Yarası kabuk bile tutmadan, derilerimiz eski rengini aldı.

O bir konuda çok yanıldı. Ben bir yanılgıyla sonsuz yamuldum. Savaşçının kitabındaki cadı gibiydim ben. Kimse inanmıyordu ama görüyordum. Hissediyordum.

O olmadan da çorbanın tadı gayet güzeldi. Huzura daha yakın, aldanmaya epey uzak bir yol vardı önümüzde. En azından yalancı olmayacaktı. Gözleri yeşil kadın da avcı. Kazan nasılsa bir şekilde kaynardı.

Ya sonra..

Bir rüya gördüm. Bir kızla sevişiyordu. Ne de mutlu inliyordu üzerinde. Güzelim evlatçıkları dökülüyorken tazenin bedenine. Gece değil gündüzdü. Oradaydım ama beni görmüyordu.

‘O bir rüya aptal kadın. Yapmadım’ diyen sesi duymayacağım için mutluydum. Aslan dağa küsmemiş, küsse de dağın zerre sikinde olmamıştı ya ondan:)

Başka bir şehirde mangal kokusuyla yeşeriyordum. İnsanlara güvenmeyi öğreniyordum. Ve nihayet bitti, topu doksana attı diyordum.

Çok mutlu olsun diye dilediğim mutluydu.

Zerre sorun yoktu.