29 Aralık 2009 Salı

Kaçın.n.n.n.n bomba var!


Yaşanması muhtemel...

"Etrafta uğuldamalar duydu. Laura ona doğru gelen kalabalığın neden sinsice yaklaştığını anlayamıyordu. Kendi içlerinde anlaşmaya çalıştıkları belliydi. Biri bedenini işaret etmişti ve hedef artık oydu. İçtiği son tekilanın yüzlerdeki anlamı değiştirdiğini düşündü. Hem hepsi misafirperver insanlardı. Jeopolitik önemi olan topraklarda yaşayan kaç ırk vardı ki yeryüzünde? O yanlış anlamış olmalıydı. Onunla konuşmak, birlikte eğlenmek istemeleri gayet normaldi. Saat tam 00.01'di.

Laura heyecandan çok acı duydu. Biri memesini kaptı, diğeri kalçasını parçaladı. Öteki baldırına yapıştı, beriki hani bana hani bana dedi."

Zamanında medeniyeti keşfetme ümidi ve umuduyla yollara dökülen çok sesli yurdum insanları yakınmaktalar. Şehir merkezleri malum yılbaşı gününde magandalara rezerve edilmiş gibi, birçok kişi itina ile tespit edilemeyecek kuytular arıyor. Merkezi yerleri geçtik, yakınındaki semtlerde bile konuşlanmaya korkar halde herkes. Kokumuzu alır gelirler diye hatun kısmı o gece dökünemeyecek kaliteli parfümlerini.

Ev planları revaçta. Yakın arkadaşlar toplaşıp sıcak yuvalarında yeni yıla girme planı yapıyorlar. Aileler merkezden değil herkesten korumaya yeminli müşavir gibi tepede. Yükseklerde kar var, kolay da eriyecek gibi değil. Mevsim kış. İzin için gittiğinizde kışkışlıyorlar.

Kocaman bir reklam panosu var merkezlerden birinde. Yılbaşı akşamı yelkovan akrebi kovalarken, er kişiler hatunları daha az takibe alsın ya da ateşleri tavan yapmasın diye don yağdıracaklarmış. Şimdiden söylüyorum; pazarcı zihniyeti ile donlar kafalara geçirilecek ve daha çok satış yapmayı umacaklar. Televizyonda gördüğünüzde daha az şaşıracaksınız. Kafasında kırmızı tangalı erkekler. Zihniyetin dışavurumu. Yeni gerçekçilik akımının öncüleri. Kim demiş benim insanım sanattan anlamaz diye. Peyhh...

Açıklama yapılacak; şu kadar polis bu kadar meydanda görev alacak diye...
Evlerinizde geçirseniz daha güvenli olacak diyecekler. Demeseler de "Ulan eylem mi var, birşey mi kutlanıyor?" diyeceksiniz.
Yavuz hırsızlar bastıracaklar.

Kuvvetle muhtemeldir; birileri bunları da söyleyecek...

Sessizce evinizde eğleniniz. Biz öyle yapacağız. Kumandayı saklayıp, televizyonu tek kanal izleyiniz. Dansözün çıkmasını bekleyiniz. Edebinizle tombala oynayınız. Sokağa çıkarsanız tombalanızı çekerler.

Hem neden başını kutluyorsunuz ki? Sonunuza ağlasanıza.

riyalarda buluşuruz

Sarmısakları kavur, koy kenara... Domateslerin kabuğunu soy, rendenin ince tarafıyla rendele. Rendelenmiş domatesleri çöpe at. Kabuklarını alıp tencerenin kenarını süsle. Kavrulmuş sarmısağı sür yüzüne gözüne. Gerçek kok. Poz verebilirsiniz efendim. Konsept budur! Kokuyu takipçilerinizin yakalaması güç olacağı için, yüzünüzde kokunuzun ne kadar iğrendirici olduğunu belirtecek bir anlam olmalı. Çok güç birşey istemiyorumdur umarım.

Ve unutmamayı umarım; bazıları sarmısak da sever.

Şimdi herkese kocaman kahkahalar atıyor ve büyük özlemlerimizi anlatıyoruz. Özlem kısmına geçişte gözler biraz kısılıyor, mümkünse buğulu bakış istiyoruz. Yok yapamıyorum derseniz arkadaş yanda soğan doğrasın sizin için. Kokudan rahatsız olurum diyorsanız da kaybettiklerinizi düşünün belki istenen etkiyi yakalayabiliriz. Efendim? Siz hiç kaybetmediniz mi?

Ben yokum.

Ben, sen, o
Biz, siz, onlar

Yalancılar. Öyleyiz hepimiz. Belki daha fazla, belki çok az. İncitmeyenler, örseleyenler, utandıranlar, acıtanlar, iç yakanlar, dışa vuranlar, gömülenler, hissedilenler(ki en tehlikeli tür). Pembesi, turkuvazı, grisi. Mutluluk vereni, geçicileştireni, hayat kurtaranı. Adlandırılanı, babası belli olmayanlarıyla. Bütünüyüz.

Ve sürüden ayrılanı bildik kurt kapıyor. Söylenen lafın doğruluğunu kanıtlamak istermişcesine. Başkaca, anlamca, seçmece, tencere, pencere... (ş)

Yumoş rüyalarda ne kadar etkili acaba? Harflerin bazıları çekmiş gibi.

25 Aralık 2009 Cuma

yine bildik melodiler

Hallelujah!!

Hep çalın kulaklarımda. Eve geldiğimde karşıla beni. Umrunda olsa da olmasa da... Gecenin karanlığında. Şafak sökerken adım adım yaklaşıyorum odana.

23 Aralık 2009 Çarşamba

mavi saten eldivenin dili

Yarım elmanın yenildiği tarihi sokaklarında gezinirken, yasak değil yasalları bütünleştiriyorum hayallerimle. Pencerene bakarken artık suçluluk duymuyorum. Tümüyle özgür, bütünüyle huzurluyum. Önünde şaha kalkmış, koca hikaye kahramanının dansını izlerken cam kenarından; beklemedin hiç diğer özneleri. İç çekişlerimiz ortaktı seninle. Gelemiyorum, gelemiyorsun, gidemiyor, yapamıyor. Derken kayıplarımızın toplamı ve varlığının sunduğu rahatlığı düşledim kahve kokan odamda. Bir tarafı eksik kaldı. Bütünü oluşturmaya ne kadar var dersin?

Ruhumun hasta kısmı. Ruhuna eş benim. Çocukluğumuzda bildiğimiz, hep düşünü kurduğumuz, olsun dediğimiz o an, yakınlaşma, etkileşim, sistemsizlik, belki de yozluk ya da muazzama olan saygımdan... Çok sustum, şimdi haykırmak istiyorum.

Elimde bir dilim elma var. Diğerlerini beklerken yedim.

Mavisi yanımda. Yeşili gözümde. Kahverengisi dilimde.

japonların yeni icadı; .... açılan şemsiye


Olmaz dedik, yapılamaz dedik. Yıllarca zor durumlarımızda dile getirdik. Başa gelen katlanılamaz acılarda hep kullandık bu cümleyi. Bazen yerinde, kimi zaman geyik muhabbetlerinde yersizce. Tükettik derken, Japon dostlardan bir haber aldık. Ne olsa gerek? Adamlar giriş hızı, hacmi, rengi ne olursa olsun; girince açılan şemsiye yapmayı başarmışlar.

Ve derim ki artık zor durumlar geldiğinde bu lafı söylerken aklımızda daha büyük kaygılar, ihtimaller olacak. Zor durumdur, felaketindir belki fakat ancak lakin geçmeyecektir öyle kolay kolay. Yakar, acıtır ve ısrarla açılır o şemsiyeler.

"Duygu" patlaması yaşayan arkadaşlar unutmamalıdır o nedenle. Şemsiye şu anda tepenizde korunaklı bir hava yaratsa da, sağanak altında ıslanmaktan kurtulsanız da, evde unuttum diye korktuğunuz yağmurlu bir günde seyyar şemsiye satıcıları imdadınıza yetişse de.... O şemsiye hayatın bir döneminde ait olduğu yere konuk olacaktır. Açılıp açılmaması için dua etmeden önce, seçtiğiniz şemsiyelere dikkat ediniz o nedenle.

22 Aralık 2009 Salı


Ölmüşsün. Dün gece öğrendim ruhunun bedenini terkettiğini. Filmlerini veriyorlar televizyonlarda, yaptıklarını anlatıyorlar durmadan. Yağmur yağdığında anında şemsiye satıcıları üşüşür ya sokaklara... Korsan dvdciler de filmlerini çoğaltmışlar hemencecik. Sürü"yle film var tezgahlarda. Kapıcılara verilen ekmek, su, soda siparişlerinin yanında bir de filmin istenir oldu. Çöpçüler bu gece şehri temizlerken üzgünlerdi.

Ölümle taçlandırıldığında gerçek emeğinin hakkı verilir, yaptıklarının cümleleri kurulur. Öyle bir memleket burası. Öldün. Gidişin anılarını büyütecek şimdi.

Güler hep ağlıyor. Yüzünde neşesi solmuş, asılı kalmış düşleri. Aklıma kimin söylediğini hatırlayamadığım cümleler geliyor. Yönetmenin yatağından çıkmayan ama çok ünlü olamayan kadının, gidişini nasıl kabullenecek. Senden çok onu düşünüyorum şu an. Özür diliyorum ruhundan.

Hoşça kal.

pupilla'dan telveye

Yolda ilerlerken, bir yerlerde birşeyler içerken, gülerken, eğlenirken... Otobüste ya da başkaca bir yerde... Birini gördünüz. Gözlerinin içine içine baktınız ama yok. Sevemediniz.

Gözü bozuk bakıyor bunun der benim canım kadınım. Yaşlıdır, enderdir her insan kadar, gözünü sevmezse birinin o kişi hayatına dahil olamaz. Bende öyleyimdir. Konuşurken bakarım gözlerine, gözbebeklerine.

Ve bugün öğreniyorum ki gözbebeklerinde bir sır gizliymiş. Sır da değilmiş, aşikarmış. Ama gelin görün ben bugün öğrendim. Bunun utancı ile nasıl yaşarım, kafamı hangi duvarlara yaslarım bilemiyorum.

Damarların vücutta açıkça görüldüğü tek yer gözbebekleriymiş. Işık gözbebeğine düştüğünde arkada kalan tüm damarlar görünüyormuş. Yani neymiş? Damarınızda akan kanda bir yamuk varsa bakıp gözlerinize anlayabiliyormuşuz. Müneccim olmaya gerek yok. Her gözbebeği bir cevap.

Bir baksanıza gözlerime...

Elbette böyle birşey yok. Damara bakıp karakter tahlili yapmak akıllı insan işi değil ama ya tutarsa, okunabiliyorsa?

Yakarlardı beni "Pisss Cadı" diyerek. Bu çağda böyle mantık göremezsiniz. Hazır konu buralara kadar uzanmışken başka bir duruma da açıklık getirelim. Kahve telvesine yüklenen anlama...

Efendim benim iyi fal baktığımı söylerler. Sağolsunlar ite kaka zorla baktırırlar çoğu zaman. Naz ya da kapris yamak değildir derdim. Geleceği bileceksin de ne olacaktır endişem. Sana söyleyeceğim saçma sapan öngörülerle hayatının haritasını yeniden mi çizeceksin. Nedir derdin, olayın? Ben kimim kaldı ki! Bunca yıllık fal maceralarımı yazsam kadınlar belki halden anlar ama erkekleri düşünemiyorum bile. Yazanı, aylar sonra dediğin oldu diye arayanını, hatta falın bitmesini beklemeden telefona sarılıp sevgililerini azarlayanları gördüm. Haa prensipleri olan bir falcıyımdır. Asla hasta ruhlu dişi yahut kişilere bir daha fal bakmam. Baksam bile lay layy lommm derim. Hayat güzel, çiçek böcek cıvıltıları işitiyorum der geçerim.

Ve sonunda iyi bakıyorsun diyenlere söylediğim bir çift lafım olur mutlaka. Hayatınla ilgili konuşma ya da atıp tutma hakkını bana verdin. Bende şekillere bakıp develer, cüceler, yollar, anahtarlar, kişiler, klişeler gördüm. İçimden seninle ilgili geçirdiğim ya da hissettiğim düşünceler vardı. Bunları sana doğrudan söylersem, bana kızabilirdin. Hayatın hakkında, kişiliğin hakkında fikir sunma lütfunu bana gösterip göstermediğin konusunda ahkam keserdin. Telvelerden gelecekteki yol haritanı çıkarırken; bakışların, duruşun, ses tonundan akıllı bir insan senin ne beklediğini anlayabilirdi. Telveyi değil, bedenini okuyordum.

Demek nedir? Falcı dedikleri bir nevi doktordur efendiler. Psikoloğa para veremeyen ev hanımı, terkedilmiş sevgili, ağlak liseli kızın ya da takıntılı erkek dünyasının telve bacısıdır. Bozlak okuyan yiğidin yoğurdu, kınalı kuzunun melemesi, uçan kuşun kanadındaki tüydür.

Yeterdir. Bitsindir.

Hoşgeldin Alfredo!

Fırında beklemekten fazlaca kızarmış fimo hamurlarına bakarken düşündüm uzun uzun. Bir tarafı ısının etkisiyle haddinden fazla gölgelenmiş. Yapmaya çalıştığım kuklanın sol tarafı sağa oranla daha gölgeli. Doğal olarak yolunu bulmuş iyilik ve kötülük haritası. Kuklamı daha çok seveceğim. Engelli bir kukla diyerek yenisini yapma fikri içime sinmedi.

Sol kulağı daha mı büyük oldu ne? Çok önemi yok ama kepçe ve upuzun kulakları, kocaman burnu ve yemyeşil dudakları olsun istemiştim. Renkleri birbirine geçmiş. Bu demek değil ki onu duvarıma asmayacağım, ipler takıp oynatmayacağım. İnadına daha çok seveceğim kuklamı.

Sevgili kuklam, bundan sonra sana Alfredo diyeceğim.

Sadece hamurdun. Renklerine aldanıp seçerken seni, kendi istediğim birşey yapmaya çalıştığımın farkındaydım. O nedenle ortaya çıkan ne olursa olsun bana ait senden çok. Oluşan şey her neyse kabulüm. Hamurum, fimom, gerdan kıranım.

Kenarda bekleşirken ayakkabılarını ne renk yapacağımdan haberin yoktu. Bende bilmiyordum. Hep yeşil ayakkabılarım olsun istemiştim. Olmuştu da. Ama çocukken. Ben büyükken yemyeşil ayakkabılarım olsun istedim. Olmadı. Ama olmamaması bu günden sonra olmayacağı anlamına gelmesin. Sevincimi, heyecanımı seninkilerle geçiştirmeye karar verdim bir süreliğine. Güle güle kullan! Ve unutma Alfredo; insanın her yaşta yeşil ayakkabılara ihtiyacı vardır.

Gözlerini mavi yaptım. Kötü şeyler görsende perdelesin diye. Belki renkler alacalı gelir, daha az kırgın ya da farketmemiş ayrılırsın durumun acımasızlığından. Odam güvenlidir gerçi, senin varlığın beni rahatsız etmez ama misafirlerden biri hoyratça incitip çirkin olduğunu dile getirebilir. Ben yine sana güzel sözler söyler unuttururum onları, en azından denerim.

Olduğun yerde kal Alfredo. Ben yok olmadan kimse kaldıramaz seni odamın duvarından.

Seveceğim seni.

9 Aralık 2009 Çarşamba

kedi beni sevdi

Bugün benim doğumgünüm. Özel günlere haddinden fazla anlam yükleyen biri değilim. Olamadım. Tamam birşeyler yüklediğim doğru ama haddimi aşmadan. Misal bugün için beklentilerim; en sevdiklerimden gelen cümleleri işitmek ve domates çorbası içmek. Haa en önemlisi ayıcıklı çikolata. Onu da getirecek biri olursa süper. Sepeti hazırlayanı bekliyorum.

Acı çekiyordum. Hala da devam ediyor sancısı. Geçecek biliyorum. Acıyı yaşamayı da seviyorum çoğu zaman. Sevgi, mutluluk, aşk kadar o da benim payım, bir o kadar bana ait.

Gözlerim sanki seksen yıldır etrafı kolaçan eder gibi. Bakışlarıma yansıyor yorgunluğu.

Bugün doğmalıyım. Evet bugün değişmeli herşey. Dokuz, üç, beş! En sevdiklerim.

Güneş şehri aydınlattığında, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Biliyorum.

3 Aralık 2009 Perşembe

- K

Kapılar aralı, gözler aralı, sözler, dokunuşlar, kalpler aralı...
Bir sessiz harfin acımasızlığı sokuldu koynuma. Ayın anlamına ortak oldu. Muazzam bütünleşme.
Suretine büründürdüğüm kelimelerimin anlamını ararken tüm çabamla, elimdeki beyazlara yeniden şekil vermeye çalışır buluyorum kendimi.
Bir kelebek, iki solucan, üç kaplumbağa, dört ninja. Ve kafesinde Mualla. Bir süre yetecek kadar yemi ile beklemekte. Ya sonra?

Elimde sihirli hamurum. Kelimelerin gücüyle yeni cümleler söyleyebilirim. Susmak istiyorum.
Dinlemek ve dinlenmek.

Hamurdan kale olmaz. Kale dediğin kumdan olmalı. Yıkılmalı. Ya hamur gücüne kudretine daha güvenilir ya da kumlar sahtekar.

Anlamak ve anlamlandırmak.
İşte bütün mesele bu.

Olduğun ya da olmadıklarının mesele edilmediği yeni bir iç çekiş daha.

Gibi görünürken herşey, melodileri susturuyorum. Sessiz gibiyim.

Gibileri çok seviyorum ilk defa.

1 Aralık 2009 Salı

han duvarları'ndan bir kuple

aradan yıllar geçti, işte o günden beri
ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...

faruk nafiz çamlıbel