18 Kasım 2010 Perşembe

Masum Kurt ile Oyunbaz Menekşe'nin Karşılaşması

Karsız çam ormanının derinliklerinde, şelalenin bitiminden sola dönünce, sekizinci ağacın köşesine gelindiğinde minik bir menekşe karşılardı misafirleri. Gününü gün eder, istediği an farklı renkleri giyinirdi. Hiç bir yolcu aynı kostümle görmemişti minik menekşeyi. Güneş doğduğu zaman karalar bağlar, yağmurlu havalarda sıcak sarımsı renklere bürünürdü. En sevdiği renk hiç şüphesiz mordu. Asil ve etkileyici bir hava yakalamak istediğinde hemen bu renk kıyafetlerini sarınıyordu. Gelen kişinin önemli biri olup olmadığını hemen anlayıveriyordunuz.

Yaprakları konusunda son derece kararlıydı. Her zaman açık yeşili tercih ederdi. Tonuyla hiç oynamaz, yalnızca arada tozlarını alır, parıldamasını artırırdı.

Bu minik oyunbaz menekşenin heyecanını hep tepeden seyrederdim. Bu arada merhaba demeyi unuttum. Ben şelalenin bitiminden sola dönünce, minik menekşeyle karşılaşmak için dönmeniz gereken sekizinci ağacım. Sekizinci ağaç olmakla çok övünürüm. Uğurlu rakamım sekizdir. Hatta gövdem ismime ve uğuruma sadık kalsın diye gövdeme uyguladığım özel diyetler sayesinde yalnızca sekiz kola ayrıldım. Neyse bu benim hikayem değil. Biz en iyisi minik menekşenin masum kurt ile karşılaştığı güne dönelim.

Uykusuz geçen bir gece sonunda şelalenin sesleriyle güne başlamıştım. Dördüncü dalımın gönderdiği sinyallerden anladığım kadarıyla yabancı biri görünüyordu uzakta. Yorgun, yaralı, neredeyse ölmek üzere olan bir kurttu bu. Ormandan ayrılıp şehre inmiş, her şey insanlarla karşılaşınca olmuştu. Kurt ormanda öylesine yalnız kalmıştı ki bedensel açlığını önemsemiyordu. Bütün masallar onu kötü anlatmıştı, kimse onu iyi anmamıştı. Arsızca av peşinde koşup masum insanlara zarar verdiğine, doymak bilmez iştahıyla herkesin yemeğine göz diktiğine ve uyanık olduğuna inandırılmıştık. Tıpkı insanların söylediği gibi. Bütün ormanın aşağıladığı, güvenmediği bir hayvancıktı kurt. Ben de duygularımdan emin değildim. Güvenmek istiyordum ancak kabuklarıma zarar verir, derimi tırmalar, çizip kanatır diye ürküyordum.

İşte korkunç yalnızlığını sonlandırma isteğiyle çare arayıp, gecenin karanlığında ağlaya ağlaya gezerken, oyunbaz menekşe ile karşılaşmış masum kurt. Ben de sekizinci ağaç olarak olaylara bizzat şahit olmuşum.

"Hey! Islak tüy! Kessene sesini. Uyuyamıyorum." dedi menekşe.

Oyunbaz menekşe masum kurttan korkmamıştı. Tuhaf yaratıktı menekşe. Etkileyici ve büyüleci olduğunun farkındaydı. Kurt onunla ilk kez doğrudan konuşan biri olduğu için umutlandı. Küçük, şımarık birine benziyordu ama tercih yapacak durumda değildi.

"Özür dilerim minik menekşe. Gözyaşlarıma dur diyemiyorum." dedi kurt dudak bükerek.

Gece gece nereden geldi bu aptal yaratık diye düşündü menekşe. Gözyaşlarından tüyleri ıslanmış, daha çirkin, daha sevimsiz görünüyordu. Şimdi yıllardır biriktirdiği ne varsa anlatıp canını sıkmasın hem de sabah gözleri mor kalkmasın diye hızlıca başından savmaya karar verdi.

"Senin dilini konuşmayı bilmiyorum. Sana yardım edemeyeceğim için üzgünüm. Eğer beni anlayabiliyorsan durma şehre koş. Orada insanlar yaşar. Herkesin dilinden anladıkları söylenir. Hem seni burada kimse sevmiyor. Ağlamaların boşuna. Git onlara ağla. Belki biri seni eğitmeyi kabul eder. Böylece hem karnın doyar hem de yalnızlığın son bulur."

Masum kurt ışıldayan gözlerle menekşenin sözlerini tamamlamasını bekledi. Kalbi mutlulukla dolmuştu. Umut en amansız hastaların bile ilacıydı her yerde.

Masum kurt menekşenin yanına sokuldu. Ona duyduğu minneti göstermek istiyordu. Aynı dili konuşmadıkları için üzüldü. Onu öpmeye karar verdi. Ama daha önce hiç öpüşmemişti. Dilini çıkarıp, yapraklarını yaladı. Menekşe kurt onu yalayıp, salyalara boğarken çığlığı bastı.

"Seni gerizekalı ucube. Defol git!" dedi.

"Seni korkutmak istemedim minik menekşe. Sadece teşekkür içindi." dedi masum kurt.

"Teşekkür etmek istemiş... Leş kokan ıslak dilini narin yapraklarıma ne hakla sürüyorsun?"

"Kızma miniğim. Dediğin gibi şehre gidiyorum. Hem baksana! Dediklerimi anlayabiliyorsun artık. Aynı dili konuşabiliyoruz. Gitmesem, burada kalsam, benimle arkadaş olur musun?"

Menekşenin yaprakları ürperdi. İlk kez yalan söylerken yakalanmıştı. Evet kurtlar çok uyanıklardı. Ama onu çekecek hali yoktu. Sevgisi ya da sabrı.

"Bak kurt. Sana kimsenin veremeyeceği kıymette bir hediye sundum. Onu al ve hemen buradan git. Eğer sana bu öğüdü verdiğimi duyarlarsa beni hemen öldürürler. Renklerimi soldurmak istemiyorsan benimle bir daha asla konuşmamalısın." dedi menekşe.

"Ama neden? Ben size bir kötülük yapmadım." dedi kurt.

"Bunun kararını ben veremem. Bana güzellik, onur ve hayat ışıltısı sunulmuş. Sana da arsızlık, riya ve uyanıklık. O nedenle sen hayatını bu değerlerle yaşamasan da anılacağın sıfatlar bunlardan farklı olamayacaktır. Ya insanların arasına karışıp köleliği kabul edersin ya da ormanda korkunç ızdırap çektirecek yalnızlığı. Seçim senin. Fakat bir daha tek kelime etmeyeceğim." dedi menekşe.

Kurt mutlu mu mutsuz mu bilemeden yavaş adımlarla menekşeden ayrıldı. Eğer bir tehlike varsa onu da buna dahil etmek istemiyordu. Ama üzülüp vazgeçer, arkadaşı olmayı kabul eder diye elinde olmadan yavaş ilerliyordu. Menekşe hiç oralı olmadı. Yapraklarına sarındı, uyur gibi yaptı.

"Ormanda seni kimse sevmiyor. İnsanların arasına karışmayı denediğin an avlarlar seni. İnsan kendinden daha kötüsüne tahammül edemediği için seni de yok edecek. Böylece densiz vakitlerde uykumu kaçıramayacak, uğursuz sesinle ritmimi düşüremeyeceksin." diye düşündü menekşe.

Kurt yavaş adımlarla başladığı serüvene koşarak devam etti. Şehre kadar durmadan koştu, koştu, koştu.

Şehrin girişine vardığında o kadar halsiz düşmüştü ki gölün kenarında uyuya kaldı. Bir süre kestirip, gün ışıldayınca insanlara merhaba derim diye düşündü.

Düşünde dost insanlar, kurt komşular gördü. İletişim sorunu yaşamadan onu aralarına almış, dans ediyorlardı. Daha önceleri hiç duymadığı bir melodi eşlik ediyor, kahkaha sesleri yankılanıyordu. Birden rüyada olduğunu anladı. Uyandığında etrafını saran küçük insanlar gördü. Masum kurt canının yandığını hissetti. Küçük çocuklar üzerine taşlar fırlatıyor, küfürler yağdırıyor, yetmezmiş gibi bir de büyük insanları yardıma çağırıyordu. Sadece uyumuştu. Uyumak kötü bir şey miydi?

Ne yapacağını bilemez halde koşmaya başladı. Canı öylesine yanıyordu ki durup durumu anlatmaya korktu. En iyisi sakin bir yere gitmekti. Ne de olsa ilk kez karşılaşmışlardı. Yabancı birini görünce her kim olursa şaşırabilirdi.

Önde kurt, arkada küçük insanlar kovalamaca devam etti. Ara sokaklardan küçük insanların iki katı büyüklükte devasa insanlar da kovalamacaya katılınca kurt korktu. Durmaya karar verdi. Sarışın küçük çocuk halimden iyi biri olduğumu anlar diye düşündü. Sarışın çocuğun yanına gidip durdu.

"Merhaba küçük dostum."

Çocuk avazı çıktığı kadar bağırıyor, gözlerinden korku akıyordu. Çocuğun babası elindeki kazma sapını kurttan yana savurdu. Kurt son anda fark edip kafasını sola yatırmasa ölüyordu.

"Seni mendebur. Yemek için oğluma mu göz diktin? Geberteceğim seni." dedi çocuğun babası.

Kurt insanların onun dilini anlamadığını fark etti. Üzüldü. Belki gülümsemesini görürlerse dost olmaya çalıştığını anlarlardı. Dişlerinin tümünü sergileyecek şekilde sırıtmaya başladı.

"Dişlerini gösteriyor. İçimizden birini yemek için gelmiş. Silahı olan yok mu? Vurun şunu!" dedi kalabalıktan biri.

Masum kurt gülümsemeye devam etti. Güldü, sağa sola sevgi saçtı ancak insanlar ellerinde sopalar, kazma sapları ile etrafını sarmaya devam ediyordu. Tehlikeli bir şeyler olduğunu anlaması uzun sürmedi. Ormana geri dönmeye karar verdi. Belki de yanlış şehre gelmişti. Minik menekşe hangi şehre gitmesi gerektiğini söyleyebilirdi belki.

Kalabalığa çarpa çarpa dönüş yolunda koşturmaya çabaladı. Taşlar atılıyor, sopa darbeleri bir sıyırıp bir denk geliyordu. Bana insandan da ümit yok diyerek ağlaya ağlaya, uluya inleye koştu, koştu, koştu.

Ormana vardığında yorgun, yaralı ve bitkindi. Ne zamandır üzüntüden yemek yemediği de biliniyordu. Menekşe onu şehre yollamasaydı acısı daha da büyümezdi. Belki gizlice onunla konuşup, yalnızlığını giderebilirdik. Şimdi masum kurt hem yaralıydı hem de acılı. Ormanda öğrendiğim ilk kural şuydu; eğer birinin yarası varsa, acı çekiyorsa ve ona yardım edecek kimsesi yoksa, ondan her türlü kötülük gelebilirdi. Ve bunun adı kötülük diye adlandırılsa da sergilenecek en olağan duygu buydu. Yani masumken onu kurt kimliğine sokan bizlerdik. Ormanın yaşayanları. Hain menekşesinden tut, ona yuva olmayan ağaç dalına kadar. Kötülük gerçek değildi. Normal olandı kimi zaman.

Kurt acısına yenilip ağlayarak öldüğünde çok üzüldüm. Keşke ona önceden yardım etseydim. Sadece olanları izlemeyip, oyunbaz menekşe onu kandırırken daha kötüleriyle karşılaşacağını fısıldasaydım. Ama keşkeler, olsaydılar geriye getirmeyecek masum kurdu.

Yine de keşke diyebilsek bazen. Olmaz ya değişebilse bir şeyler, şunları diyebilseydik ve olsaydı;

1- Masum görünen menekşe ile kurnaz görünen kurt hiç karşılaşmasaydı.
2- Görüntülerimiz daima içimizi yansıtabilseydi. Menekşe bu kadar güzel olmasaydı ya da kurt böylesine ürkütücü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder