27 Eylül 2009 Pazar

Mavi ojeli kadın, kahve köpüğü gözlü adam ve bir kaplumbağa

Edebiyat yapma kaygısından asıl düşünceleri kaçırıyorum çoğu kez. Onu da iyi yapıp yapamadığımı bilemiyorum. Sahi neyi tam anlamıyla bildiğimizi iddia edebiliriz ki. Her şey zamanla şekil ve isim değiştiriyor. Eleştiri kaynağının sahip olduğu değerlere göre başkaca anlamlandırılabiliyor her sonuç. Öyleyse ne doğru tektir ne de yanlışlar. Kimse, hiçbir duygu, muazzam düşünüşler, ne de bir elma. Aldanmamak gerek.

Kafası karışık mavi ojeli kadın tırnak etlerine bakıp bunu düşündü. Kahve köpüğü gözlü adamın gelmesini beklerken. Onun gibi bekleyenlerin birileri gelmişti. Armut kafalı adam, üzüm gözlü hatun, çarpık burunlu kaptan, arabası bozuk tamirci. O da gelecekti. Öyle demişti telefonda. Gelir miydi? Gelmese ne olurdu sanki? Gelmemesini düşündü. Kaplumbağasını öptü.

Yavaşça geri götürdü düşüncelerini. Duygu hanesinde yer eden en geniş hayallerini bir bir çıkarıp okşadı. Tam yettiğini düşündüğünde, yarım kaldığını hissetti. Bir geriye gitti. En geridekiler en güzelleri ancak en yalancılarıydı. Yalanların sarmalayan, ısıtan kollarına bıraktı. Kandırılma duygusunu öteledi. Yalanın gerçekçiliğinde bir ileri bir geri sallandı. Salıncaktan düşmemek ya da aşırı hızlanmamak için arada uzun bacaklarını yere sürterek; bir ileri bir geri. Çok ileri, dur orada.

Mavi eldivenini çantadan çıkarıp eline geçirdiği an başkalaştı. Artık mavinin kendisi gibi hissediyordu kendini. Yıkılmazlığı ve aldırmazlığı giymişti. Özgürleştiğini düşündü. Sorun sadece onun durduğu yerle alakalı idi. Merdivenin altından çok sular geçti. Onlar uğursuz muydu, pis miydi? Kimine göre öyle, kimineyse billur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder