27 Mart 2012 Salı

Kayna kazanım kayna...


Aslında Necef Uğurlu'nun veda mektubu ile uğurlamak istemiştim ama bir türlü bulamamıştım.

Veda etmemiştik. Bu defa etmemize de gerek yoktu. Öyle ya çok sık veda eder olmuştuk birbirimize. Bitişini onurlandırmanın bir manası da yoktu nasılsa.

Sahi ve sakin bir son oldu. Yarası kabuk bile tutmadan, derilerimiz eski rengini aldı.

O bir konuda çok yanıldı. Ben bir yanılgıyla sonsuz yamuldum. Savaşçının kitabındaki cadı gibiydim ben. Kimse inanmıyordu ama görüyordum. Hissediyordum.

O olmadan da çorbanın tadı gayet güzeldi. Huzura daha yakın, aldanmaya epey uzak bir yol vardı önümüzde. En azından yalancı olmayacaktı. Gözleri yeşil kadın da avcı. Kazan nasılsa bir şekilde kaynardı.

Ya sonra..

Bir rüya gördüm. Bir kızla sevişiyordu. Ne de mutlu inliyordu üzerinde. Güzelim evlatçıkları dökülüyorken tazenin bedenine. Gece değil gündüzdü. Oradaydım ama beni görmüyordu.

‘O bir rüya aptal kadın. Yapmadım’ diyen sesi duymayacağım için mutluydum. Aslan dağa küsmemiş, küsse de dağın zerre sikinde olmamıştı ya ondan:)

Başka bir şehirde mangal kokusuyla yeşeriyordum. İnsanlara güvenmeyi öğreniyordum. Ve nihayet bitti, topu doksana attı diyordum.

Çok mutlu olsun diye dilediğim mutluydu.

Zerre sorun yoktu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder