4 Mayıs 2011 Çarşamba

Dört gündür masanın üzerinde duran boş bardak isyanı

Dört gündür masanın üzerinde duran, içi boş bardağın yanında bekleyen hiç yenmemiş elma ve bir dilim keke bakarken düşündü. Hiç okumadığı kitaplar, izleyip kenara bıraktığı ve tekrar izlenip izlenmeyeceği meçhul olan filmler onu aynı sakinlikle bekliyorlardı. Nesnelerin sürelerle ilgili endişesi yoktu nasılsa. Masanın üzerinde ne varsa severek aldığı, o olmadan önemi olmayan şeylerin bütününden başka bir şey değillerdi.

Ya bir gün uyandığında hepsi gitmiş olsa ne olur? O zaman aynı heyecan ve kararlılıkla devam edebilir miydi gününe. Onu olduğu yapması için üzerine giydikleri, taşıdıkları ve kenara koyduklarıyla ya da arka fona ustaca yerleştirdiği dekorlarıyla bir bağı olmadığına ikna edebilir miydi kendini? Ölümün bedeni değersizleştirip, kalanların anlam yükleme çabasına giriştirdiği zamana kadar çizgi film izleyebilseydi keşke. Çok, az, değerli ya da eksik. En büyük dostlar etten kemikten sahip olduklarından çok cansız biriktirdikleriydi. Onun gücü kadar varlardı. Gitmezlerdi. Örselemezlerdi. Başkaldırmazları.

Eşyalar zararı az büyük sevgiler sunabilir.

Dört gündür masanın üzerinde duran bardak yalnız kalmasın diye çay içtiği ince belli bardağı da masanın üzerine bıraktı. Okumaktan keyif duyacağına inandığı ancak eve geldiğinde okumaktan vazgeçtiği kitabı da. Neden sonra bıraktıkları aklına geldiğinde inceden hesaba girişti. Masanın üzerinde duran bardak kızgın görünüyordu. Bekleme süresi uzadıkça uzamıştı. Ve o bunları düşünüp evden ayrılırken, masada dört gündür durduğunu düşündüğü bardak on altıncı gününü dolduruyordu. On altı gün herhangi bir haksızlık karşısında isyan başlatmak için yeterli bir süreydi. Bardak harekete geçti.

İlk önce raftaki renkli kalemlere seslendi. Kalemlerin kimisi ya hiç kullanılmamıştı ya da kapakları açık vaziyette üşümeye bırakılmıştı. Kitabın içine dümdüz uzanan ayraç aynı sayfayı bölmekten şikayetçiydi. İnce belli çay bardağı dibinde biriken çay posalarının küflenmesinden dolayı kötü kokuyordu ve çok mutsuzdu. Televizyonda Ajda Pekkan'ı gördüğünde kirliliğinden daha çok utanıyor, adaşı gibi raflarda akça pakça sergilenme isteğine engel olamıyordu. Çerçeveler, masaörtüleri, halılar... Evdeki her şey sahibinin ilgisini özlüyordu.

- Hey Faber-Castell... Kapağın çoktandır açık. Üşümüyor musun? dedi dört gündür masanın üzerinde durduğu fark edilmiş ama on altıncı gününde haline umursanılmamış bardak.

Derinden iç çekerek, halini farkeden arkadaşını cevapladı Faber-Castel. Adı Nescafe'ydi bardağın herhalde. Üzerinde öyle yazıyordu.

- Evet Nescafe. Çok üşüyorum. Böylesine amaçsız bir yaşam sürdürmekten duyduğum utanç mürekkeplerimi donduruyor. Lütfen bir şeyler yapalım.

Faber ve Nescafe'nin konuşmalarını duyan kitap birden konuşmaya katıldı. Onun da söyleyecekleri vardı.

- Ben okunmamaya, tencere altına konup nihale görevi görmeye ve hatta tuvalet köşelerinde koku bekçiliğine alışkınım ama bunu bende kaldıramıyorum. Madem okumayacaklardı beni, neden rafımdan alıp arkadaşlarımdan ayırdılar? En azından yanyanayken yeni hikayeler dinliyorduk birbirimizden.

Derken herkes ve her sessiz dillendi, dudaklarını sarkıtarak üzgünlüklerini dile getirmeye başladı.

- Ben bir garip halıyım. Halden en iyi ben anlarım. Üzerimde tepinirken sizin ayak tabanlarınıza zarar vermemek için yumuşak kalırım. Evinizin ses düzenine sonsuz katkılarım vardır. Elektrik sürügesi ile yaşadığımız derin hissiyata mani olan değersiz bir sahibi istemiyorum artık. Aşk en kudretli şifadır. Yere serilmiş hasta ve yorgun biri gibi yaşamak istemiyorum

Dedi halı.

Halı elektrik süpürgesine olan özlemi aklına gelince inleye uluya ağlamaya başladı. Tüm bu çaresiz yakarışlar devam ederken vitrinin içinden duyulan çıtırtıya kulak kabarttılar. Çıtırtıda sayılmaz, bildiğin tıkırtıydı.

Dört gündür masada durduğu sanılan ancak masadaki on altıncı gününü dolduran bardak;

şiiiiiiihhh! dedi. Herkes sustu. Derdini anlatmaya çalışan dostlarından biriydi. Gelen misafirleri etkilemek ve geçmişe saygı duyan biri gibi görünmek için vitrinde sergilenen mors cihazıydı bu. Dediğini kimse anlamıyordu.

ttttt?


....

Kapı çalındı ve sahip içeri buyurdu. Eşyalar ona son bir şans vermeye karar verdi. Eğer sabaha kadar ilgisizliği devam ederse o zaman gerekeni yapacaklardı. Bir gece daha dedi içinden Nescafe bardağı. Son bir gece. Ve açılan televizyonda uykusuz her gece diye haykırıyordu Ajda.

2 yorum:

  1. Yazılarınız çok ilgi çekici ve samimi.. paylaşımlarınız için teşekkürler...

    YanıtlaSil
  2. ben teşekkür ederim zaman ayırıp okuduğunuz için.

    sevgiler...

    YanıtlaSil